11 Aralık 2011 Pazar

Sultan Aziz'in Katillerinin Defterini Düren Zabit Çerkes Hasan...

Akif Edip

Çerkes Hasan Vak'asını hiç duydunuz mu, bilmiyorum. Çünkü o, eniştesi Sultan Abdülaziz'in kanını yerde koymayan bir askerdir.
Haluk Y. Şehsuvaroğlu yazdığı "Sultan Aziz" adlı eser de Çerkes Hasan Vak'asının arka planına pek gitmez. Yalnızca vak'ayı bir tayin meselesine bağlar. Dahası, Şehsuvaroğlu'nun Sultan Aziz'in hal' edilmesinden sonra intihar ettiğini ileri sürer ve bunu ispatlamaya çalışır. Ne var ki, daha sonra Sultan Abdülaziz'in hayatını konu edinen tarihçi Yılmaz Öztuna "Bir Darbenin Anatomisi" adlı kitabında Sultan Abdülaziz'in intihar etmediğini, bilakis öldürüldüğüne ortaya koyar. Dolayısıyla Sultan Abdülaziz'in hayatını okurken her iki muharririn de eserlerinin birlikte okunması gerekmektedir. Çünkü "Sulat Aziz'in intihar mı, yahut katledildiği mi" noktasında anlaşamayıp çok farklı argümanlarla hadiseleri farklı değerlendirmelerine karşın, gerek Şehsuvaroğlu'nun ve gerekse Öztuna'nın Sultan Abdülaziz ve dönemini anlattığı eserler oldukça önemli bilgilere hâvîdir.
Çerkes Hasan'a gelince: Bir zabit olan Çerkes Hasan, Serasker Hüseyin Avni Paşa'yı ve Raşit Paşa'yı öldürdükten sonra beş kişilik bir divan-ı harp önünde muhakeme edilir ve 26 Cemaziyülevvel (1876 Haziran) Cumartesi günü Serasker dairesinin Beyazıt Meydanı'na açılan büyük kapısı yanındaki dut ağacına asılmak suretiyle idam edilir".
Sadede gelirsek:
Sultan Abdülaziz, Serasker Hüseyin Avni Paşa'nın öncülüğünde yapılan bir darbe ile taht'tan indirilir ve yerine Sultan V. Murad getirilir.
Bir padişah tahtan indirilip, diğeri padişah olurken en dramatik sahne sabık sultanın hareminde cereyan eder. Olmadık hakaretler maruz kalan harem halkı, oldukça aşağılanıp kötü muameleye tabi tutulur.
Sultan Abdülaziz gözaltına alınıp, saraydan uzaklaştırıldıktan sonra geçmişte Sultan Abdülaziz'in haremindeki kadına laf atacak kadar densizleşen Ispartalı Eşekçi Ahmed'in oğlu olan Hüseyin Avni Paşa, apoletleri sökülüp memleketine geri gönderilse de, sonradan işbaşına getirilir ve rütbesi iade edilir. Tabii rütbesinin sökülmesine neden olan olay yalnızca bundan ibaret değildir. Başka saikler de vardır. Fakat Sultan Abdülaziz'in en büyük hatası ona görevini iade etmesidir.
Her neyse biz sadede gelelim ve konuyla ilgili olarak Şehsuvaroğlu'nun şu ifadelerini aktaralım:
"Abdülaziz'in hal'ini müteakip şehzâdenin yaverliğinden alınan Hasan Bey Serasker Hüseyin Avni Paşa tarafından çağırtılmış ve serasker yanında Redif Paşa da olduğu hâlde Hasan Bey'e: [Sultan Aziz'in üçüncü Kadın-Efendisi olan kardeşi Neş'erek Kadın-Efendi'yi kastederek AE.] (Bağdat'a gideceksin, artık bir dayanacak yerin kaldı mı?) demiş, o da (siz büyük zatsınız böyle bir tebeddülâtı azime üzerine benim gibi bir küçük zabiti Bağdat'a göndermenize teessüf ederim) cevabını vermişti.
"Vazifesine gitmemekte ısrar eden Hasan Bey nihayet Serasker kapısında tevkif edilmiş ve tutsak olarak Bağdat'a sevki kararlaştırılmıştı. Bunun üzerine Hasan Bey tevkifini bir taraftan kardeşi Bahriye nazırlarından Osman Bey'e haber verirken, diğer taraftan da vazifesine artık gideceğini dâr-ı şuray-ı askerî reisi Redif Paşa'ya bildirerek serbest bırakılması ricasında bulundu.
"Redif Paşa, Hasan Bey'i yanına çağırtmış (Gitmiyorsun, serkeşsin, Bağdat'a gitmedin) diye tekdir etmiş. Hasan Bey de (Yarın gideceğim, gitmezsem tard edin, ne yaparsanız yapın) cevabını vermiş, Redif Paşa'da kumandan Paşa'ya gitmelisin, deyince eski şehzâde yâveri kumandan Paşa'nın huzuruna çıkıp behemehal vazifesine gideceğini temin etmesiyle serbest bırakılmıştı."
Şehsuvaroğlu'nun bu ifadeleri aynıyla doğrudur. Burada eksik olan Çerkes Hasan'ın Paşaları öldürme nedeninin yalnızca tayin meselesinden ibaret olmayıp Padişahın hareminde bulunan ve Kadın- Efendilerden biri olan kız kardeşi Neş'erek Kadın-Efendi'yi doğrudan irtibatlı olmasıdır. Nitekim bu hadiseyi Yılmaz Öztuna bahsi geçen eserinde şöyle anlatır:
"Sabık Hükümdarın ailesini kayıklara bindirmeye memur subaylardan biri, kayığa binmek üzere bulunan padişahın zevcesi 28 yaşındaki Neş'erek Nesrin Üçüncü Kadın-Efendi'nin mücevher sakladığını sandı. Omuzlarındaki şalı hızla çekip aldı. Mücevher falan yoktu. Kadın-Efendi, derhal kayığa atladı. Şal, subayın elinde kaldı. Neş'erek Kadın, narin ve hassas bünyeli idi. Çıplak kalan omuzlarına müthiş bir yağmur yedi. Kocasının felaketiyle zaten perişan olmuştu. Hemen o gün hastalandı. Ve birkaç gün sonra öldü. Neş'erek Kadın Şehzâde Şevket Efendi ile Emine Sultan'ın annesi idi.
"Kraliçe protokolünde padişah eşine yapılan bu muamele, Türk tarihinde tektir ve emsali yoktur. Ancak birkaç saniye süren bu alçaklığın nasıl netice vereceğini, Türkiye tarihini nasıl etkileyeceğini o anda ne bu haltı eden cahil adam, ne kimse tahmin etmişti.
"Zira Neş'erek Kadın-Efendi, Binbaşı Çerkes Hasan Bey'in iki yaş büyük ablası idi... Hasan Bey ablasının intikamını hemen aldı ve Türkiye tarihinin akışını değiştirdi ama, asıl intikam alacak kişi, bu olayı penceresinden kanlı gözyaşları dökerek seyrediyordu. Bu, Şehzâde Abdülhamid Efendi idi. Amcasının ve ailesinin nasıl kayıklara bindirilip zırhlıların açığından geçirilerek Sarayburnu'na çıkarıldığı sahnesini, hayatının sonuna kadar unutmayacaktı..."
SULTAN Aziz tahtan indirilmesine indirilir, haremi de yukarıda belirttiğimiz aşağılayıcı muamelenin yanı sıra Hüseyin Avni Paşa'nın öncülüğünde, kayıklara bindirilir. Kadınlar saraydan çıkarken Hüseyin Avni'nin görevlendirdiği kişilerce saraydan altın yada mücevherat kaçırmasın diyerek üstleri başları da aranacak kadar aşağılayıcı bir muameleye tabi tutulur. İşte bu süreçte Çerkes Hasan'ın haremde bulunan kız kardeşi Sultan Aziz'in üçüncü Kadın Efendisi olan Neş'erek Kadın-Efendi,  kış günü üzerine soğuktan korunmak için bir şal alır. Bir asker tarafından saraydan çıkarken bir şey kaçırmasın denilerek üstündeki örtü sert bir şekilde çekilir. Hiçbir şey kaçırmayan ve yalnızca soğuktan korunmak için şala bürünen Kadın-Efendi incecik elbisesiyle kalakalır. Soğuk ve yağışlı havada sandala bindirilir. Fakat aradan birkaç gün geçmeden aşırı üşütmeden mütevellit olarak vefat eder. İşte Çerkes Hasan'ın Hüseyin Avni'yi öldürmesinin nedenlerinden biri de budur.
Sultan Aziz'in katledilmesine gelince:
"... Altı kişi birden sabık padişahın odasına girer. ... Sedirde oturan padişahın bir dizine Cezayirli Mustafa, diğerine Boyabadlı Mehmet oturmuşlardır. Fahri Bey, padişahın iki kolunu arkaya çekerek kollarıyla sarmış, Yozgatlı Mustafa ise elindeki bıçak ile Sultan Aziz'in önce sol, sonra sağ kolunun damarlarını kesmiştir. Bu sırada Necip ve Ali Bey'ler, yalın kılıç oda kapısının iç tarafında bulunmuşlardır. Sultan Aziz şaşkınlıktan bir "Aman Allah'ım!" demiş, sonra kan kaybıyla kendinden geçmeye başlamıştır. Katiller odada 5 dakikadan az kalmışlar, sonra dördü, sofadan geçerek ana kapıdan karakola kaçmış, Cazayirli Mustafa odanın penceresinden aşağıya atlamış, Fahri Bey'le iki harem ağası ise saraydaki odalarına dağılmışlardır. Bu işler biter bitmez, cuntaya mensup üç hazinedar kalfa feryada başlamışlardır."*
Şimdi de Binbaşı Çerkes Hasan'ın Serasker Hüseyin Avni'yi ve Raşit Paşa'yı nasıl öldürdüğünün hikâyesini merhum H. Y. Şehsuvaroğlu'ndan dinleyelim:
O akşam, halasının kocası olan rahmetli Ateş Mehmed Paşa'nın Cibali'deki konağına giden Hasan Bey ailesinin (Serasker Paşa'yı görüp veda etmelisin) tavsiyesine karşı ben bu gece görecektim, giderim demiş, yemekten sonra harem tarafına geçerek odasındaki meşin sandığı karıştırmış, selâmlık tarafına gelip geç kaldım, diyerek sofada kılıcını da takmış kardeşi Osman Bey'e (Ben Serasker Paşa'nın yalısına gidiyorum, saat altıya kadar gelirim) demişti. Oradaki misafirlerin gece gitmesen de sabah gitsen tavsiyelerine karşı da (sabahleyin kalabalık olur onun için gece gideyim) cevabını vermişti.
Yanında on beş günden beri dolu olarak taşıdığı iki tane altıpatlar tabanca ve bir tane Çerkes kaması olduğu hâlde Seraskerin Paşalimanı'ndaki yalısına gitmek üzere saat alaturka ikide Cibali'den bir kayığa binmişti.
Yalıda Seraskeri bulamayan ve Mithat Paşa konağında olduğunu öğrenen Hasan Bey aynı kayıkla Sirkeci'ye geçmiş ve kayıkçı ile evine (Beni beklemesinler) haberini göndererek bir kira beygiri ile Beyazıt'a yollanmıştı.
O akşam vükela Girit hadiselerini konuşmak üzere Mithat Paşa'nın konağında toplantıya karar vermişti. Yalnız mesele fevkalade ehemmiyetli görülmediğinden yalıları Bebek ve Kandilli'den yukarı olan Paşalar gelmesin denilmiş, Hariciye Nazırı Raşit Paşa'nın buna canı sıkılarak (Bizim de İstanbul'da konağımız var. Orada yatabiliriz.) demiş ve bunun üzerine kendisi de içtimaa çağrılmıştı.
O gece Mithat Paşa konağında Sadrazam Rüştü, Hariciye Nazırı Raşit, Serasker Avni, Kaptan-ı derya Kayserili Ahmet, Maarif nazırı Cevdet, Defteri Hâkani Nazırı Yusuf, Nafia Nazarı Meclisi Aliye me'mur Halet ve Şerif Hüseyin, Hasan Rıza Paşalarla Sadâret müsteşarı Said Efendi, Amedci Mahmud, Sadâret mektupçusu Memduh Beyler toplanmıştı. Evvelce verilen karar mucibince vükelâdan Şeyhülhislam Hayrullah Efendi, Adliye Nazırı Safvet, Ticaret Nazırı, damat Mahmud, Maliye Nazırı Galip Paşalar ve diğerleri toplantıya gelmemişlerdi.
Paşalardan bazıları yemekten evvel biraz içki içtiler. Sonra sofraya oturuldu. Yemekten kalkınca sofanın (cenubu şarkî cihetinde ve bahçe üzerindeki) salona geçildi...
İçtimada Girit ve Karadağ meseleleri konuşuluyordu. Bu taraflarda isyan emareleri görüldüğüne dair gelen telgraflar üzerine lâzım gelen talimat ve emirler kaleme alındı. Memduh Bey'in yazdığı talimat, kısa görüldü. Amedci Mahmud Bey'in müsveddesi beğenilmedi. Mithat Paşa ayrı bir müsved¬de kaleme almış fakat bu da isteğe uygun görülmemişti. Vükelâ üzerinde bir ağırlık, bir sıkıntı vardı. Salondakiler (ne acayip hâl zihnimizi toplayamıyoruz) dediler.
Bu esnada kapı açıldı ve eşikte sağ elinde tabanca, sol elinde hançer olduğu hâlde Çerkes Hasan göründü. Dehşetle kendisine bakan Paşalara (davranmayınız, davranma Seras¬ker) diye bağırdı. Ve derhâl Avni Paşa'ya arka arkaya iki el ateş etti. Birinci kurşun Avni Paşa'nın karnına isabet edince Paşa elini şiddetle kendi dizine vurdu. Mecliste büyük bir panik olmuştu.
İkinci ateşten sonra Hasan Bey Seraskere hücum etmek istedi. Fakat Kaptanıderya Kayserili Ahmet Paşa katili kolla¬rından tutup zaptetti. Avni Paşa da son gayretiyle yerinden kalkıp salona kadar çıktı ve orada yığılıp kaldı. Atılan kurşunlardan biri Hariciye Nazırına rastlamış ve Raşit Paşa der¬hâl ölmüştü.
Kayserili, Hasan'ı zapta çalışırken katil, elindeki hançerini arkaya doğru savurarak (Kayserilinin kulak başlarını pastır¬ma doğrarcasına kesmeye başladı) ihtiyar Paşa nihayet yoru¬lup caniyi bıraktı. Ve yanındaki odaya iltica etti.
Hasan kurtulur kurtulmaz sofada serili Avni Paşa'nın üze¬rine çökerek vücudunu hançeriyle didik didik etti. Sonra sandalyesinde vurulu ve ölü olarak bulunan Raşit Paşa'ya giderek hançeri ile gırtlağını kesti.
Çerkes Hasan, Serasker kapısına getirilip o gece ifadesi alındı. Yaralarına rağmen soğukkanlılıkla ve açıkça ifadesini vermişti. Ertesi günü de ikinci defa dinlendi.
Yaralarını tedavi etmek üzere gönderilen cerraha (Beni ya asacaklar yahut kurşuna dizeceklerdir. Artık nafile yere yaralarıma baktırmak abestir) demiş ve cerrahı geri çevirmişti.
Hasan, beş kişilik bir divan-ı harp önünde muhakeme edildikten sonra 26 Cemaziyülevvel (1876 Haziran) cumartesi günü Serasker dairesinin Beyazıt Meydanı'na açılan büyük kapısı yanındaki dut ağacına asılmak suretiyle idam edildi.
II. Abdülhamid zamanında yapılan mezar kitabesinin üzerin¬de:
"Genç yaşında velinimeti uğruna fedayı can eden mer¬hum ve mağfurleh Çerkes Hasan Bey'in ruhu için Fatiha, se¬ne 1293" ibaresi okunmaktadır.**
Diğer taraftan Müşîr Eşref Paşa gibi şairler, Hasan Bey hakkında mersiyeler yazıp, onun ne büyük bir kahraman olduğunu terennüm ettiler. Eşref Paşa'nın mersiyesinin iki mısraı şöyledir:
"Rabb-i izzet Cennet etsin kabrini Çerkes Hasan
Kamet-î Avnî'ye ol/ esnâda biçmişdî kefen."
_______________________
Kaynak: Milli Gazete, 11-12 Aralık 2011